Hiç düşündünüz mü, telefonunuzda gezinirken karşınıza çıkan o reklam, tam da dün arkadaşınızla konuştuğunuz o tatil beldesi hakkında? Ya da müzik uygulamanızın önerdiği şarkı, sanki ruh halinizi okumuş gibi tam da ihtiyacınız olan melodi? İşte bu noktada algoritmaların kişiselleştirme gücü devreye giriyor ve bazen insanı hem hayran bırakıyor hem de biraz ürkütüyor. Sanki dijital bir hayalet sürekli omzumuzun üzerinden bakıyor ve not alıyor gibi, değil mi? Bu yazıda, algoritmaların bizi ne kadar tanıdığını, büyük verinin bu denklemdeki yerini ve kişiselleştirmenin hayatımızdaki etkilerini biraz daha samimi bir dille, kahve sohbeti tadında ele alalım istiyorum.
Dijital Ayak İzlerimiz: Veri Kırıntılarından Bize Nasıl Ulaşıyorlar?
İnternette attığımız her adım, aslında arkamızda dijital bir iz bırakıyor. Beğendiğimiz bir fotoğraf, arama motoruna yazdığımız bir soru, tıkladığımız bir link, hatta bir sayfada ne kadar süre geçirdiğimiz bile… Tüm bunlar devasa bir veri havuzunda toplanıyor. Buna “Büyük Veri” (Big Data) diyoruz. İşte algoritmalar da bu veri kırıntılarını birleştirerek bizim dijital bir profilimizi oluşturuyor. İlgi alanlarımız, alışkanlıklarımız, tercihlerimiz, hatta siyasi görüşlerimiz veya ruh halimiz bile bu profilde yer alabiliyor. Geçenlerde sadece bir kez merak edip baktığım o pahalı kulaklık reklamının günlerce peşimi bırakmaması gibi… Siz de benzer bir “takip edilme” hissi yaşadınız mı? Bu veriler, algoritmaların bizi “tanıması” için temel malzemeyi oluşturuyor.
Kişiselleştirme Harikası mı, Gözetim Kabusu mu?
Kabul edelim, kişiselleştirmenin hayatımızı kolaylaştıran yönleri var. İzlediğimiz diziye benzer öneriler almak, ilgi alanımıza uygun haberleri kaçırmamak, aradığımız ürünü daha kolay bulmak… Bunlar harika. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. Harvard profesörü Shoshana Zuboff’un “Gözetim Kapitalizmi” olarak adlandırdığı bu sistemde, kişisel verilerimiz ticari bir metaya dönüşüyor. Davranışlarımız sadece tahmin edilmekle kalmıyor, aynı zamanda yönlendirilmeye de çalışılıyor. “Özgür irademizle mi seçim yapıyoruz, yoksa algoritmanın fısıldadığı yöne mi gidiyoruz?” sorusu aklıma takılıyor sık sık. Bu durum, özellikle reklamcılık ve politik kampanyalarda oldukça belirgin hale geliyor.
Algoritmaların Kişiselleştirme Gücü: Sınırlar Nerede Başlıyor?
Peki, algoritmaların kişiselleştirme gücü nereye kadar gidiyor? Gerçekten bizi bizden iyi tanıyabilirler mi? Tarihçi ve yazar Yuval Noah Harari, “Homo Deus” kitabında algoritmaların biyometrik verilerimizle birleştiğinde duygusal durumlarımızı bile bizden daha iyi anlayabileceği bir gelecekten bahsediyor. Kulağa biraz bilim kurgu gibi gelse de, giyilebilir teknolojilerin topladığı verileri düşününce çok da uzak bir ihtimal gibi durmuyor. Ancak unutmamalıyız ki, algoritmalar veriye dayalı tahminler yapar. İnsan karmaşıklığı, anlık ruh hali değişimleri, beklenmedik kararlar gibi faktörler hala algoritmaların tam olarak kavrayamadığı alanlar. Yani, evet, hakkımızda çok şey biliyorlar ama (henüz) her şeyi değil!
Büyük Veri ve Yankı Odaları: Gerçekten Özgür müyüz?
Algoritmaların sürekli bize seveceğimizi düşündüğü içerikleri sunması, bizi bir “yankı odası” (echo chamber) veya “filtre baloncuğu” (filter bubble) içine hapsedebilir. Sürekli kendi görüşlerimize benzer fikirlerle karşılaşmak, farklı bakış açılarına maruz kalmamızı engeller. Bu durum, toplumsal kutuplaşmayı artırabileceği gibi, eleştirel düşünme yeteneğimizi de köreltebilir. Kendimi bazen sosyal medyada gezinirken hep aynı tür içerikleri gördüğümde yakalıyorum ve “Acaba dünya sadece bundan mı ibaret?” diye sormadan edemiyorum. Farklılıklara ve aykırı seslere ne kadar yer kalıyor bu kişiselleştirilmiş dünyada? Bu da algoritmaların kişiselleştirme gücünün sorgulanması gereken bir başka yönü.
“Beni Benden İyi Tanıyorlar”: Algoritmik Kehanetler
Bazen algoritmaların önerileri o kadar isabetli oluyor ki, insan “Yok artık!” diyor. Sanki düşüncelerimizi okuyorlar! Geçen gün aklımdan geçen ama kimseye söylemediğim bir kitap önerisiyle karşılaşınca kısa süreli bir şok yaşadım mesela. Tabii ki bu bir kehanet değil, daha önceki okuma alışkanlıklarım, arama geçmişim ve benzer profildeki kullanıcıların davranışlarından yola çıkan karmaşık bir olasılık hesabı. Ama yine de bu durum, algoritmaların kişiselleştirme gücünün ne kadar ilerlediğini ve hayatımızın ne kadar öngörülebilir hale geldiğini düşündürüyor. Biraz komik, biraz da ürkütücü, değil mi?
Peki Ne Yapmalı? Farkındalık ve Dijital Hijyen
Tamamen bu sistemin dışına çıkmak pek mümkün görünmüyor. Ama en azından daha bilinçli kullanıcılar olabiliriz. Hangi verileri paylaştığımız konusunda daha dikkatli olmak, gizlilik ayarlarımızı düzenli olarak kontrol etmek, farklı kaynaklardan bilgi edinmeye çalışmak önemli adımlar. Arada bir çerezleri temizlemek, takip edilmeyi zorlaştıran tarayıcı eklentileri kullanmak gibi basit “dijital hijyen” alışkanlıkları edinebiliriz. En önemlisi ise, karşımıza çıkan her önerinin, her bilginin bir algoritma tarafından filtrelenmiş olabileceğini aklımızda tutmak ve sorgulamaktan çekinmemek. Teknolojiyi bir araç olarak kullanmakla, onun kontrolüne girmek arasındaki ince çizgiyi korumak bizim elimizde.
Sonuç olarak, algoritmalar hayatımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldi ve bizi oldukça iyi tanıyorlar, evet. Ama bu tanışıklığın sınırlarını ve sonuçlarını bilmek, kontrolü tamamen onlara bırakmamak gerekiyor.
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Algoritmaların hayatınızdaki yerinden memnun musunuz, yoksa bu “yakın tanışıklık” sizi de zaman zaman düşündürüyor mu?
Hocam ağzınıza sağlık valla, tam da düşündüklerimi yazmışsınız. O kulaklık meselesi bende de var resmen takip ediliyoruz yaa 😅 Bazen işe yarıyor ama bazen de çok ürkütücü hakkaten.
Yazı için teşekkürler, çok aydınlatıcı olmuş. Peki bu veri toplama işini biraz olsun sınırlamanın bir yolu yok mudur acaba? Yani tamamen engellemek zor biliyorum ama en azından azaltmak için ne yapabiliriz?
Abi aynen yaaa! Geçen sadece 1 kere spor ayakkabı baktım diye her yer ayakkabı reklamı oldu sanki baska bişeyle ilgilenmiyormuşum gibi. İnsanın telefonu eline alası gelmiyor bazen. Napcaz bu işi bilmiyorum valla.