a silhouette of a man using a cell phone a silhouette of a man using a cell phone

Dijital Çağda Düşünce Özgürlüğü: Sansür ve İfade Sınırları

İnternet hayatımıza gireli beri pek çok şey değişti, değil mi? Eskiden sesimizi duyurmak için ya sokaklara dökülürdük ya da geleneksel medyada bir köşe kapmaya çalışırdık. Şimdi ise klavyemizin başından dünyaya seslenebiliyoruz. Ama madalyonun bir de diğer yüzü var. İşte tam bu noktada, hepimizi yakından ilgilendiren o karmaşık konu devreye giriyor: Dijital Çağda Düşünce Özgürlüğü: Sansür ve İfade Sınırları. Bu konu, sadece aktivistlerin ya da gazetecilerin değil, sosyal medyada gezinen, yorum yapan, içerik üreten hepimizin meselesi.

İnternet: Özgürlük Meydanı mı, Yoksa Dijital Panoptikon mu?

Başlarda interneti sınırsız bir özgürlük alanı olarak gördük. Herkesin eşit söz hakkına sahip olduğu, fikirlerin özgürce yarıştığı bir ütopya gibiydi. Ama zamanla işler biraz değişti sanki. Sosyal medya platformları, arama motorları, hatta kullandığımız uygulamalar… Hepsi bizden veri topluyor, davranışlarımızı analiz ediyor. Filozof Michel Foucault’nun “Panoptikon” kavramını duymuşsunuzdur; hani şu ortadaki tek bir kuleden tüm mahkumların gözetlenebildiği hapishane modeli. İşte bazen dijital dünyamız da bana biraz bunu hatırlatıyor. Sürekli izlendiğimizi bilmek, acaba söylediklerimizi, yazdıklarımızı ne kadar etkiliyor? Özgürce konuşuyor muyuz, yoksa farkında olmadan kendimize otosansür mü uyguluyoruz? Bu, üzerinde kafa yormamız gereken ciddi bir soru.

Sansürün Binbir Yüzü: Sadece Devlet mi Yasaklar?

Sansür deyince aklımıza ilk gelen genellikle devletlerin getirdiği erişim engelleri veya yasaklar oluyor. Elbette bu, işin önemli bir boyutu. Ama dijital çağda sansürün çok daha farklı ve bazen görünmez biçimleri var. Mesela, sosyal medya platformlarının kendi içerik politikaları… Bir paylaşımınızın “topluluk kurallarına aykırı” olduğu gerekçesiyle kaldırılması, hesabınızın askıya alınması ya da “shadow ban” denilen, paylaşımlarınızın görünürlüğünün kasıtlı olarak düşürülmesi… Bunlar da bir nevi sansür değil mi? Algoritmaların hangi içeriği öne çıkarıp hangisini geri plana attığı bile ifade özgürlüğümüzü dolaylı yoldan etkiliyor. Bir de işin en sinsi kısmı var: otosansür. “Acaba başıma bir iş gelir mi?”, “Linç yer miyim?”, “Yanlış anlaşılır mıyım?” korkusuyla sustuklarımız… İşte bu, belki de en tehlikelisi.

woman in black minidress standing near white animal float
Photo by Minh Pham on Unsplash

İfade Özgürlüğü Nerede Başlar, Nerede Biter?

Tamam, ifade özgürlüğü çok değerli, hepimiz hemfikiriz. Peki ama sınırı nerede çizeceğiz? Her aklımıza geleni, hiçbir filtre olmadan söyleyebilmeli miyiz? Nefret söylemi, dezenformasyon, şiddete teşvik, kişisel haklara saldırı gibi durumlar ne olacak? İşte burası işin en çetrefilli kısmı. Ünlü düşünür John Stuart Mill, “Zarar Prensibi” ile başkalarına zarar vermediği sürece bireyin özgür olması gerektiğini savunur. Ama dijital dünyada “zarar” kavramı o kadar soyut ve etkisi o kadar geniş ki… Bir tweet’in nelere yol açabileceğini kestirmek zor. Sınırları kim, neye göre belirlemeli? Platformlar mı, devletler mi, yoksa biz kullanıcılar mı? Bu soruların kolay cevapları yok maalesef.

Dijital Çağda Düşünce Özgürlüğü: Sansür ve İfade Sınırları Konusunda Ne Yapmalı?

Peki, bu karmaşık Dijital Çağda Düşünce Özgürlüğü: Sansür ve İfade Sınırları denkleminde biz ne yapabiliriz? Öncelikle dijital okuryazarlığımızı artırmak şart. Hangi bilginin doğru, hangisinin yanlış olduğunu ayırt edebilmek, algoritmaların nasıl çalıştığını anlamak, platformların politikalarını sorgulamak… Bunlar önemli adımlar. Şeffaf ve adil moderasyon politikaları için platformlara baskı yapmak, ifade özgürlüğünü koruyan yasal düzenlemeleri savunmak da gerekiyor. Belki de merkezi olmayan, sansüre daha dayanıklı platformlar bir çözüm olabilir mi, ne dersiniz? Ama en önemlisi, bireysel sorumluluğumuzun farkında olmak. Kendi paylaşımlarımızın etkisini düşünmek, farklı görüşlere saygılı bir tartışma ortamı yaratmaya çalışmak hepimizin görevi.

brown concrete building under blue sky during daytime
Photo by Sam Moghadam on Unsplash

Kişisel Deneyimler ve Küçük Bir İç Dökme

İtiraf edeyim, ben de bazen bir şeyler yazarken duraksıyorum. Özellikle hassas konularda yorum yapmaktan çekindiğim oluyor. “Acaba birilerini kırar mıyım?”, “Sözlerim çarpıtılır mı?” diye düşünüyorum. Geçenlerde tanık olduğum bir online tartışmada, sırf farklı düşündüğü için birinin nasıl acımasızca saldırıya uğradığını gördüm. O an içimden “Değer mi?” diye geçirdim. Bu korku iklimi, maalesef düşünce özgürlüğünün önündeki en büyük engellerden biri. Hepimiz biraz daha anlayışlı, biraz daha hoşgörülü olabilsek keşke… Dijital Çağda Düşünce Özgürlüğü: Sansür ve İfade Sınırları üzerine konuşurken, bu insani boyutu da unutmamak lazım.

pink paper
Photo by Alex Padurariu on Unsplash

Sonuç olarak, Dijital Çağda Düşünce Özgürlüğü: Sansür ve İfade Sınırları konusu, sürekli değişen ve gelişen teknolojiyle birlikte evrilmeye devam edecek. Tek bir doğru cevabı olmayan, bolca gri alanı bulunan bir mesele bu. Önemli olan, bu konuyu sürekli gündemde tutmak, tartışmak, sorgulamak ve hep birlikte daha özgür ama aynı zamanda daha saygılı bir dijital dünya inşa etmeye çalışmak. Peki siz ne düşünüyorsunuz, bu dijital denizde rotamızı nasıl bulacağız?

Paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir