Hepimiz zaman zaman omuzlarımızda hissetmiyor muyuz o görünmez yükü? Hani şu “elalem ne der?” korkusuyla şekillenen, “doğrusu budur” diye fısıldayan toplumsal beklentiler silsilesi… Evlenilecek yaş, seçilecek meslek, giyilecek kıyafet, hatta tutulacak takım! Sanki hayatımız, önceden yazılmış bir senaryonun bize biçilen rolünü oynamaktan ibaretmiş gibi. Peki, bu senaryonun dışına çıkmak, kendi yolumuzu çizmek, yani gerçek bir özgün yaşam sürmek gerçekten mümkün mü? İşte bu soru, benim de kafamı uzun süredir kurcalayan, üzerine bolca düşündüğüm bir mesele. Çünkü kabul edelim, hepimiz içten içe biraz daha “kendimiz” olmak istiyoruz, değil mi?
Toplumun “Normal” Kalıpları: Gerçekten Bize Uygun mu?
Doğduğumuz andan itibaren bir “normal” bombardımanına tutuluyoruz. Ailemiz, okulumuz, arkadaşlarımız, medya… Hepsi bize neyin kabul edilebilir, neyin “tuhaf” olduğunu öğretiyor. Bu kalıplar, aslında toplumun düzenini sağlamak için bir nevi kısa yol. Ama sorun şu ki, bu “tek beden herkese uyar” yaklaşımı, bireysel farklılıklarımızı, eşsiz potansiyellerimizi çoğu zaman göz ardı ediyor. Düşünsenize, herkes mühendis ya da doktor olmak zorunda mı? Herkes 25’inde evlenip, 30’unda çocuk sahibi olmak zorunda mı? Belki sizin hayaliniz dünyayı gezmek, belki de ahşap oymacılığı yapmak. Toplumun “normali”, sizin kişisel mutluluğunuzun garantisi olmak zorunda değil. Hatta çoğu zaman, bu kalıplara uymaya çalışmak, bizi mutsuzluğa ve tatminsizliğe sürüklüyor. Benim üniversite tercihi yaparken yaşadığım ikilem tam da buydu. Ailem ve öğretmenlerim “garanti meslek” baskısı yaparken, benim kalbim bambaşka bir yöne çekiyordu. O an fark etmiştim ki, başkalarının doğruları benim gerçeğim olmak zorunda değildi.
“Kendin Olmak” Sadece Bir Slogan mı?
“Kendin ol!”, “İçindeki sesi dinle!” gibi sözleri her yerde duyuyoruz. Kulağa hoş geliyor, değil mi? Ama iş uygulamaya gelince, o kadar da kolay olmadığını fark ediyoruz. Kendin olmak, çoğu zaman konfor alanının dışına çıkmayı gerektirir. Bilinmezlik korkutucudur. Eleştirilmek, yargılanmak, hatta yalnız kalmak… Bunlar, kendi yolunu seçenlerin sıkça karşılaştığı duygusal engeller. Varoluşçu filozof Jean-Paul Sartre’ın dediği gibi, “İnsan, olmaya mahkum olduğu şeyden sorumludur.” Bu özgürlük, aynı zamanda büyük bir sorumluluk getiriyor. Kendi kararlarımızın sonuçlarıyla yüzleşmek zorundayız. Bazen ben de düşünüyorum, acaba bu “kendin olma” hali, ulaşılması imkansız bir ütopya mı? Yoksa gerçekten çabalayınca yakalanabilecek bir hedef mi? Şüphelerim olsa da, denemeye değer olduğuna inanıyorum.
Özgün Yaşam Yolunda Karşılaşılan Engeller (Ve Nasıl Aşılır?)
Peki, bu özgün yaşam yolculuğunda karşımıza ne gibi engeller çıkıyor? En başta, içsel korkularımız var: Başarısızlık korkusu, reddedilme korkusu, farklı olmanın getireceği yalnızlık korkusu… Sonra dışsal baskılar geliyor: Aile beklentileri, arkadaş çevresinin yargıları, toplumsal normların omuzlarımıza yüklediği ağırlık… Bunlarla başa çıkmak kolay değil, kabul ediyorum. Ama imkansız da değil! Psikologların da sıkça vurguladığı gibi, öz-farkındalık bu süreçteki en önemli anahtar. Kendimizi tanımak, değerlerimizi belirlemek, neyi gerçekten isteyip istemediğimizi anlamak, bu engelleri aşmada bize güç veriyor. Küçük adımlarla başlamak işe yarayabilir. Örneğin, istemediğiniz bir şeye “hayır” demekle başlayabilirsiniz. Ya da uzun zamandır ertelediğiniz o hobiye vakit ayırmakla… Unutmayın, bu bir maraton, sprint değil.
Bilim ve Felsefe Ne Diyor? İçimizdeki Potansiyeli Keşfetmek
İnsanın kendini gerçekleştirme arzusu, aslında psikolojinin de temel konularından biri. Abraham Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ni hatırlayın. En tepede ne vardı? Kendini gerçekleştirme! Yani potansiyelimizi tam olarak kullanma, kendi özgün benliğimizi ortaya koyma ihtiyacı. Bu, içimizde var olan doğal bir dürtü. Felsefeye baktığımızda da benzer temaları görüyoruz. Örneğin Stoacılık, dışsal olaylar yerine kendi içsel tepkilerimize odaklanmamızı öğütler. Kontrol edemeyeceğimiz şeyler (başkalarının düşünceleri gibi) yerine, kontrol edebileceğimiz şeylere (kendi değerlerimiz, seçimlerimiz) yönelmemizi söyler. Bu felsefeler, bize dış etkenlerden bağımsız, daha içsel bir güce dayalı bir yaşam kurma konusunda ilham verebilir. Yani bilim de felsefe de, o aradığımız özgün yaşam potansiyelinin içimizde bir yerlerde saklı olduğunu fısıldıyor gibi.
Küçük Adımlarla Büyük Değişim: Pratik Öneriler
Teoriler güzel ama “Peki ben ne yapacağım?” dediğinizi duyar gibiyim. İşte size birkaç pratik öneri:
* Kendinizi Dinleyin: Gün içinde kısa molalar verip “Şu an ne hissediyorum?”, “Neye ihtiyacım var?” diye sorun. Meditasyon veya günlük tutmak bu konuda yardımcı olabilir.
* “Hayır” Demeyi Öğrenin: Herkese ve her şeye evet demek zorunda değilsiniz. Enerjinizi ve zamanınızı gerçekten değer verdiğiniz şeylere ayırın. Sınırlarınızı belirlemek, özgünlüğünüzü korumanın ilk adımıdır.
* Merakınızı Takip Edin: İçinizde ukde kalan, “Acaba yapsam nasıl olurdu?” dediğiniz şeyler var mı? Küçük de olsa bir adım atın. Yeni bir kursa yazılın, bir kitap okuyun, farklı bir müzik türü dinleyin. Merak, özgünlüğün yakıtıdır.
* Değerlerinizi Belirleyin: Sizin için hayatta gerçekten ne önemli? Dürüstlük mü, macera mı, aile mi, yaratıcılık mı? Değerleriniz, kararlarınızda size pusula olacaktır.
* Size İyi Gelmeyenleri Ayıklayın: Bu, toksik ilişkiler, sizi aşağı çeken alışkanlıklar veya size uymayan sosyal ortamlar olabilir. Çevrenizi, sizi destekleyen ve olduğunuz gibi kabul eden insanlarla donatmak önemlidir.
Unutmayın, bu bir anda olacak bir şey değil. Özgün yaşam, sürekli devam eden bir keşif ve uyum sağlama süreci. Kendi adıma söyleyebilirim ki, bu yolda attığım her küçük adım, beni daha mutlu ve tatmin olmuş hissettiriyor. Bazen tökezlesem de, kendi rotamda ilerlediğimi bilmek paha biçilemez.
Sonuç olarak, toplumun dayattıklarından tamamen sıyrılıp %100 “özgün” olmak belki bir illüzyon olabilir. Hepimiz sosyal varlıklarız ve içinde yaşadığımız toplumdan etkileniyoruz. Ancak bu, kendi renklerimizi soldurmak zorunda olduğumuz anlamına gelmiyor. Kendi değerlerimize sadık kalarak, seçimlerimizi bilinçli yaparak, korkularımızla yüzleşerek ve merakımızın peşinden giderek çok daha anlamlı ve bize ait bir hayat inşa edebiliriz. Bu, cesaret ve sabır isteyen bir yolculuk ama sonunda kazanılacak olan “kendin olma” özgürlüğü her şeye değer.
Peki siz, kendi özgün yaşamınızı inşa etmek için bugün ne gibi bir adım atabilirsiniz?
Hakkaten yaa, ‘elalem ne der’ diye yaşamaktan içimiz kurudu resmen. Çok güzel yazı olmuş, tam da hislerime tercüman 👍
Yazınız çok düşündürücü gerçekten. Özellikle ‘tek beden herkese uyar’ yaklaşımı eleştirinize katılıyorum ama toplum baskısından tamamen sıyrılmak ne kadar mümkün? yani aile beklentileri vs varken bu dengeyi nasıl kurucaz ki..