Postmodern Sanatın Anlamı üzerine kafa yormaya başladığımda, itiraf edeyim, ilk başta benim de kafam epey karışıktı; hani şu “Bu şimdi sanat mı?” diye sorduğumuz anlar var ya, işte onlardan bolca yaşadım. Sanki biri sanatın tüm kurallarını almış, bir güzel karıştırmış ve ortaya ne çıkarsa “işte bu!” demiş gibi, değil mi? Ama sonra biraz eşeledikçe, bu karmaşanın aslında ne kadar bilinçli ve düşündürücü olduğunu fark etmeye başladım. Gelin, bu “yeni” sanatın (aslında pek de yeni sayılmaz ama neyse) kapısını beraber aralayalım.
“Büyük Hikayelere” Elveda Deyince
Postmodernizm dediğimiz şey, en basit haliyle, bize anlatılan o büyük, evrensel doğrulara, yani “grand narratives” dediğimiz şeylere biraz şüpheyle yaklaşmak demek. Hani şu “ilerleme kaçınılmazdır”, “bilim her şeyi çözer”, “sanatın tek bir doğru yolu vardır” gibi iddialı laflar var ya? İşte postmodern düşünce diyor ki, “Bir dakika yahu, gerçekten öyle mi?”. Fransız filozof Jean-François Lyotard’ın dediği gibi, postmodern durum “büyük anlatılara karşı inançsızlık” olarak tanımlanabilir. Bu durum sanata da yansıyor tabii. Artık tek bir “doğru” sanat anlayışı, tek bir stil, tek bir yüce amaç yok. Onun yerine parçalanmışlık, çoğulculuk ve ironi ön plana çıkıyor. Düşünsenize, hayatımızdaki “tek doğruların” ne kadar azaldığını; artık herkesin kendi doğrusu, kendi tarzı var gibi. İşte sanat da bu çeşitliliği ve sorgulamayı kucaklıyor.
Pastiş, İroni ve “Bu Ne Şimdi?” Dedirten İşler
Peki postmodern sanat kendini nasıl gösteriyor? En bilindik yöntemlerden biri pastiş. Yani farklı stilleri, türleri, imgeleri alıp bir araya getirmek, adeta bir kolaj yapmak gibi. Mesela Andy Warhol’un konserve çorbası kutularını düşünün.
Gündelik bir nesneyi alıp sanat galerisine sokuyor, hem popüler kültürü hem de sanatın “yüksek” statüsünü sorguluyor. Yüksek sanat ile popüler kültür arasındaki ayrım bulanıklaşıyor. Bir diğeri de ironi. Sanatçı, eserinde ciddi bir konuyu ele alırken bile mesafeli, hatta dalga geçer gibi bir tavır takınabiliyor. Bu bazen bizi rahatsız etse de, aslında tam da yerleşik düşünce kalıplarımızı sarsmayı amaçlıyor.
Benim de başıma geldi; bir sergide duvara bantlanmış bir muz görmüştüm (evet, Maurizio Cattelan’ın meşhur işi!). İlk tepkim “Şaka mı bu?” olmuştu. Ama sonra üzerine düşününce, eserin sanat piyasasıyla, değer kavramıyla nasıl dalga geçtiğini, ne kadar çok katmanlı bir tartışma başlattığını fark ettim. Belki de postmodern sanatın gücü burada: Bize hazır cevaplar vermek yerine, doğru soruları sordurmakta.
Her Şey Mübah mı Yani?
Postmodernizme getirilen en büyük eleştirilerden biri de “her şeyin sanat sayılabileceği” fikrini yaygınlaştırması. Hani o meşhur “Benim küçük çocuk da yapar bunu” lafı var ya? İşte tam o noktadayız. Evet, postmodernizm geleneksel estetik kurallarını ve ustalık beklentisini sorguluyor. Ama bu, “her şey mübah” anlamına gelmiyor bence. Jean Baudrillard gibi düşünürler “simülakrlar ve simülasyon” kavramlarıyla günümüzdeki gerçeklik algısının nasıl kopyaların kopyalarıyla oluştuğunu anlatırken, postmodern sanat da bu gerçeklik-kopya ilişkisini deşiyor.
Yani ortada rastgele bir “saçmalama” durumu yok aslında. Genellikle eserin arkasında güçlü bir kavramsal çerçeve, bir eleştiri, bir gönderme yatıyor. Sadece biz onu görmek için belki biraz daha farklı bir gözle bakmaya ihtiyaç duyuyoruz. Belki de o “anlamsız” görünen şey, tam da anlamın kendisini sorguluyordur, ne dersiniz?
Postmodernizm Öldü mü? Yaşasın Yeni Sanat!
Peki, postmodernizm hala devam ediyor mu? Bazı eleştirmenler artık “post-postmodern” ya da bambaşka bir döneme girdiğimizi söylüyor. İnternetin yükselişi, küreselleşme, dijital kültür… Bunlar sanatı da dönüştürüyor elbette. Ama postmodernizmin getirdiği o sorgulayıcı bakış açısı, kuralları yıkma cesareti ve farklı olanı kucaklama tavrı hala çok canlı bence. Bugünün çağdaş sanatı, büyük ölçüde postmodernizmin açtığı yolda ilerliyor; onunla hesaplaşarak, onu dönüştürerek veya ona yeni katmanlar ekleyerek.
Belki de postmodernizm bir “dönem” olmaktan çok, bir düşünme biçimi, bir tavır olarak bizimle yaşamaya devam ediyor.
Kabul edelim, postmodern sanat bazen sinir bozucu, kafa karıştırıcı olabilir. Bazen “Sanat bu muymuş?” diye hayıflanabiliriz. Ama bence en güzel yanı da bu: Bizi rahat koltuklarımızdan kaldırıp düşünmeye itmesi. Bize sunulanı olduğu gibi kabul etmek yerine, “Neden?”, “Nasıl?”, “Başka türlüsü olamaz mı?” diye sormamızı sağlaması. Sanatın sadece duvarları süsleyen güzel resimlerden ibaret olmadığını, aynı zamanda güçlü bir fikir aracı, bir sorgulama platformu olabileceğini gösteriyor.
Peki siz ne düşünüyorsunuz? Bir sanat eserine baktığınızda, onun “postmodern” olup olmadığını anlamaya çalışmak yerine, size ne hissettirdiğine ve ne düşündürdüğüne odaklanmak daha anlamlı olmaz mı?