A close up of a metal door with paint splattered on it A close up of a metal door with paint splattered on it

Sanatta Otantiklik Arayışı: Kendi Sesinizi Nasıl Bulursunuz?

Hepimiz o yoldan geçiyoruz, değil mi? O sonsuz gibi görünen, bazen kafa karıştırıcı, bazen de inanılmaz heyecan verici Sanatta Otantiklik Arayışı: Kendi sesimizi bulma macerası. Sanki karanlık bir odada el yordamıyla kendi eşyalarımızı aramak gibi. Ne aradığımızı tam bilmeden, ama bulduğumuzda tanıyacağımızı umarak. Bu arayış, sadece tuvalin başına geçen ressamın ya da klavyenin başına oturan yazarın değil, yaratıcılıkla şöyle ya da böyle haşır neşir olan herkesin ortak derdi sanki. Bazen düşünüyorum da, bu kadar kafa yormasak daha mı kolay olurdu her şey? Belki. Ama o zaman da yaptığımız işin ne anlamı kalırdı ki?

Nedir Bu Otantiklik Dedikleri?

Otantiklik… Ne kadar havalı bir kelime, değil mi? Ama aslında ne demek? Felsefeciler, psikologlar yıllardır kafa yoruyor bu kavrama. Jean-Paul Sartre amcamızın dediği gibi, “Varoluş özden önce gelir.” Yani diyor ki, önce var oluruz, sonra kim olacağımızı, ne yapacağımızı biz seçeriz. Önceden belirlenmiş bir reçetemiz yok. İşte otantiklik de biraz bu: Dışarıdan gelen beklentilere, modaya, “olması gereken”lere göre değil de, kendi içinden gelene, kendi değerlerine, kendi gerçeğine göre hareket etmek. Sanatta bu, başkalarının ne yaptığına bakıp “Aaa, bu tutuyor, ben de bunu yapayım” demek yerine, kendi hikayeni, kendi tarzını, kendi *tuhaflıklarını* ortaya koymak demek. Kolay mı? Asla! Ama denemeye değer, orası kesin.

Sanatta Otantiklik Arayışı: Kendi - artist thinking
Photo by Alexandr Podvalny on Unsplash

Başkalarının Ayak İzleri ve Kendi Patikanız

Hepimiz birilerinden etkileniyoruz, bu çok doğal. Ustaları taklit ederek öğreniyoruz çoğu zaman. Ben mesela ilk yazmaya başladığımda sevdiğim yazarlar gibi yazmaya çalışırdım. Cümlelerim onlara benzesin, tarzım onları andırsın isterdim. Sonra bir baktım ki, ortaya çıkan şey ne benim ne de onların. Garip bir melez. Biraz komik, biraz da acıklı. Başkalarının ayak izlerini takip etmek başlangıçta yol gösterebilir, ama bir noktada kendi patikanızı açmanız gerekiyor. O ilk adımı atmak korkutucu, biliyorum. Ya kaybolursam? Ya yolun sonu çıkmaz sokaksa? Olsun. En azından kendi seçtiğin bir yolda kaybolmuş olursun. Harold Bloom’un bahsettiği o “etkilenme endişesi”ni (anxiety of influence) yaşamak yerine, kendi endişelerinle yüzleşirsin. Bu da bir şeydir. Hem de çok şey.

Sanatta Otantiklik Arayışı: Kendi İç Sesinizi Dinlemek

Peki, o kendi sesimizi nasıl duyacağız? Gürültü çok fazla çünkü. Sosyal medya, eleştirmenler, arkadaşlar, aile… Her kafadan bir ses çıkıyor. İşte tam bu noktada, Sanatta Otantiklik Arayışı: Kendi içimize dönmeyi gerektiriyor. O sessiz, derinden gelen fısıltıyı duyabilmek için biraz gürültüyü kısmak lazım. Belki meditasyon yaparak, belki doğada uzun yürüyüşlere çıkarak, belki de sadece boş bir sayfaya aklınızdan geçenleri karalayarak… Yöntemi size kalmış. Amaç, dış seslerden arınıp, içeride gerçekten ne olup bittiğini anlamaya çalışmak. Kendinize şu soruları sorun: Beni ne heyecanlandırıyor? Neyi anlatmak istiyorum? Hangi malzemelerle oynamak hoşuma gidiyor? Cevaplar hemen gelmeyebilir, sabırlı olun. Bu bir keşif süreci.

person holding white round ornament
Photo by Edge2Edge Media on Unsplash

Denemekten Korkmayın!

Otantiklik, bir gecede bulunan sihirli bir formül değil. Daha çok bir laboratuvar çalışması gibi. Deneyler yapacaksınız, bazıları patlayacak, bazıları harika sonuçlar verecek. Önemli olan denemekten asla vazgeçmemek. Farklı teknikler, farklı konular, farklı malzemeler… Hepsini kurcalayın. “Bu bana göre değilmiş” dediğiniz şey, belki de tam da sizin sesinizi bulacağınız yerdir, kim bilir? Brené Brown’un dediği gibi, “Kırılganlık, zayıflık değil, cesarettir.” Yeni bir şey denerken başarısız olma ihtimalini göze almak, işte bu gerçek bir cesaret. Ben mi? Defalarca çuvalladım. Komik duruma düştüğüm de oldu. Ama her deneme, beni kendime biraz daha yaklaştırdı sanki. Bu yüzden diyorum ki, salın kendinizi gitsin! Ne olacaksa olsun.

“Otantik” Olmak Mükemmel Olmak Değildir

Bir de şu mükemmeliyetçilik tuzağı var. Sanki otantik olmak, kusursuz, pürüzsüz, herkesin hayran kalacağı bir iş çıkarmak demekmiş gibi. Hayır, hiç alakası yok! Tam tersi. Otantiklik, kusurlarınızı, çatlaklarınızı, o “size özgü” gariplikleri kucaklamaktır. Leonard Cohen ne güzel söylemiş: “Her şeyde bir çatlak vardır, ışık içeri böyle girer.” (There is a crack in everything, that’s how the light gets in.) Sizin çatlaklarınız nerede? Onları saklamak yerine, sanatınızın bir parçası haline getirebilir misiniz? Unutmayın, Sanatta Otantiklik Arayışı: Kendi mükemmeli değil, gerçeği bulma yolculuğudur. Sizin gerçeğinizi.

Sanatta Otantiklik Arayışı: Kendi - finding your voice art
Photo by Sebastian Staines on Unsplash

Sonuç olarak, bu otantiklik meselesi, varılacak bir hedeften çok, devam eden bir yolculuk. Kendi sesinizi bulmak, bir kere yapılıp bitirilecek bir iş değil. Sürekli değişen, dönüşen bir süreç. Bazen sesiniz kısılacak, bazen çatallanacak, bazen de hiç beklemediğiniz bir tonda çıkacak. Hepsi normal. Bu yolculukta en önemli şey, kendinize karşı dürüst olmak ve aramaktan vazgeçmemek. Unutmayın, Sanatta Otantiklik Arayışı: Kendi eşsiz izinizi bırakma çabasıdır en nihayetinde. Peki siz, kendi sesinizi ararken hangi yollardan geçiyorsunuz, hangi fısıltıları duyuyorsunuz?

Paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir